ZERRİN TULUĞ
(Gençsanat Dergisi - Mayıs 1996)
Alnını iki göğsün arasına gömmek, iki ölüm kıtasının arasına...
E.M. Cioran
Erotik fantezinin başat niteliği, parça ile bütün arasındaki ilişkide karşımıza çıkar; ayrıntı, ait olduğu bütünü usulca iptal etmiştir. Tuluğ’un resimlerinde gördüğümüz abartılmış göğüsler, ilk anda bu gerçeğin altını çizmesine rağmen, aslında çok daha farklı bir kaygı söz konusudur burada. Buna göre, kadın ve cinsellik, boyayla hesaplaşma bağlamında, belli bir form arayışına eşlik etmesi nedeniyle onun ilgi alanı içine girmektedir. Gizli, açıklamakta zorlandığımız bir élan vital, tüm tuval yüzeyine yayıldıkça, Tuluğ arınmaktadır sanki; bu aşamada göğüs yahut kadın vücudu düpedüz vesileye dönüşmüştür artık.
Fırçanın izini takip edebileceğimiz şekilde sürülen boya, sadece bağımsız renk parçalarıyla sınırlı kalıp, kendini temsil ettiği sürece, sonuçta ortaya çıkan şey amorph bir kütleden ibarettir. Göğüs, öncelikle bu kargaşaya çekidüzen veren form olarak Tuluğ’da önem kazanır; ancak bundan sonra devreye giren bilinçaltı dürtüler, olsa olsa bir yan anlamdır artık. Nitekim, çoğu tuvalin alt yarısını kapsayan göğüsler, yalnız beden ile değil, içinde yer aldıkları mekanla da ayni tözü paylaşırlar – varoluşun görünüş’ten çok, imal edildiği hammaddeye – malzeme estetiği – borçlu olup, sürekli bunu vurgulayan figür, hiçbir koşulda salt erotik fanteziye teslim etmez kendisini. Bu tözdönüşümü ise, görünüşteki dayancasız coşkuya rağmen, bilinmeyen bir boşluğa fırlatılmış olmayı imler Tuluğ’un resminde – anonim yazgı, yüzün ilgasıyla noktalanmıştır sonuçta.
Öte yandan, göğüs ve kadın vücuduyla sınırlı biçimin çepeçevre kuşattığı renk lekelerine biraz dikkatli bakınca görmekte gecikmiyoruz: Tuluğ’un fırçası, durmadan tekrarladığı C harfi ve tersine dönmüş 3 sayısının açıkça vurguladığı gibi, daima sola doğru bir ilk hareketle tuval üzerinde ilerlemeye başlıyor. Bu bağlamda ivedi ve aşkın bir ruh halinin eşliğinde ortaya çıkan bu şekiller için şu sınırlayıcı biçim, dış dünyada karşılığı olan bir şeyi aramaktan ziyade, bir denetim, daha doğrusu toparlama isteminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır burada.
Bütün bunlar, Tuluğ’un cinsellikle yüklü olduğu izlemini uyandıran çıplak figürlerinde, çok daha farklı bir kaygının belirleyici olduğunu gösterir bize. Bu, renkle girdiği diyalog arayışında, varoluşunu kutsayıp, hayata direnme iradesidir esasen; göğüs, erotik fantezilerin muhatabı olan dişiliğe değil, bir ilkneden olarak, doğurganlığı imleyen toprak anaya gönderme yapmaktadır çünkü.
Mavinin ağırlıkta olduğu bu dünyada en küçük bir durulma, Tuluğ’un coşkusu ardında yatan gerçek kimliğini ortaya koyar: tedirgin ve varoluşunu ürpertiye çeviren bir insan, ama kesinlikle fiyakalı dişi değil.
Sıradan duyarlıkların kamufle edilip, kendiliğinden slalus que’nun evetleyici yedeğine dönüştüğü bir ortamda Tuluğ’un coskusu bu yüzden sahici ve her türlü yapmacıktan uzak; tuvalde, kaçınılmaz bir zorunluluğun sonucu olarak “kendi beni” ni sorguluyor çünkü.
MEHMET ERGÜVEN